Hayatta hiç olmaz denilen durumlar vardır ya... İşte Benjamin Button’ın başına da böyle olmaz denilen bir durum geldi. Herkes bu hayata bebek olarak doğarken o, ihtiyar bir adam görünümüyle doğdu. Herkes zaman geçtikçe yaşlanırken o, gençleşmeye hatta çocuklaşmaya başladı. Elbette böylesine sıra dışı bir konuyu ele alan Fitzgerald’ın bu eseri de başta Amerikan edebiyatı olmak üzere tüm dünyaya büyük ses getirdi ve beyaz perdeye aktarıldı.
Fitzgerald, bu “tuhaf hikâyede” zaman kavramı üzerinde okuyucu düşünmeye yönlendirirken birçok kez de metaforik olarak sosyal yaşantılarımıza ışık tutmaktadır.
Bedeninin ve aklının doğar doğmaz bu kadar gelişmiş olmasına Benjamin de herkes kadar şaşırmıştı. Tıp dergilerini okudu ama daha önce buna benzer bir vakanın kaydedilmediğini gördü. Babasının ısrarları sonucunda diğer çocuklarla oynamak için ciddi bir çaba sarf etti ama son zamanlarda daha sakin oyunlara geçiş yapmıştı. Futbol onu çok sarsmıştı ve eğer bir yerini kırarsa yaşlı kemiklerinin bir daha kaynamayacağından korktu.
F. Scott Fitzgerald
24 Eylül 1896 tarihinde, St. Paul- Minnesota’da, Edward ve Mary McQuillan Fitzgerald’ın oğlu olarak doğdu. Annesi Mary (Mollie), McQuillan İrlanda soyundandı. Büyükbabaları, Amerika’ya İrlanda’da yaşadıkları yoksulluktan kurtulmak için gelmişler ve Fitzgerald’ın babası Edward’ın aksine ekonomik olarak başarılı olmuşlardı.
Mollie, dönemin kalıplaşmış güzellik anlayışına pek uymuyordu. Fitzgerald, sonraki yıllarda kaleme aldığı “An Author’s Mother” adlı yazısında genç ve güzel olmadığı için annesinden utandığını belirtti. Mollie ise tek oğlunun üzerine diğer çocuklarından daha fazla titriyordu. Annesinin kendisini şımartma girişimleri, Scott’ın ona karşı duyduğu nefret duygularını daha artırıyordu.
Mart 1908’de baba Edward Fitzgerald işini kaybetti. Bu süreçte annesi, oğluna sürekli olarak McQuillansların yani kendi ailesinin desteği olmazsa yok olacaklarını söyledi. Fitzgerald’ın, temelde incelik ve başarısızlık eğilimini babasından; toplum içerisinde güvensiz olma hissi ile absürt davranışlarını ise annesinden aldığı öne sürüldü.
12 yaşında St. Paul Akademisine girdi lakin burada diğer derslerini bir kenara bırakıp edebiyat çalışmalarına ağırlık verdi. Ders esnasında öğretmenlerini dinlemek yerine macera öyküleri ve tiyatro oyunları yazmayı tercih etti. Bu sebeple notları oldukça düşüktü, okuldaki başarısızlığı anne ve babasını hayal kırıklığına uğrattı; bunun üzerine aile, oğullarını disiplinli bir yatılı okula gönderme kararı aldı.
Scott, oldukça yakışıklı ve zeki biri olduğunu düşünüyor; tüm bu cazibesinin Jersey’deki Newman Okulunda popülerlik yaratacağına inanıyordu. Ancak bu düşünceleri uzun sürmedi ve hayatın kendi etrafında dönmediğini ilk büyük hayal kırıklığı olarak burada anladı. Bencil tavırları, kurduğu arkadaşlık ilişkilerinin devam etmesine engel oldu. Derslerine karşı hâlâ ilgisizdi lakin edebiyat ve tiyatro çalışmalarında destek görmeye başladı. Yaz tatillerinde Elizabethan Dramatic Club oyunlarını sergiledi, ayrıca Newman’da da Father Fay onu yeteneklerini geliştirmesi için teşvik etti; bunları yaparken aydın ve elit kesimden arkadaşlarıyla tanıştırdı, bunlardan biri de tarihçi Hanry Adams’tı.
Tüm bu cesaretlendirme ve desteklere rağmen okuldaki performans düşüklüğü devam etti. Princeton Üniversitesine gitmeye karar verdiğinde ona, okul derecesinin yeterli olmadığı söylendi. İki kez giriş sınavından başarısız sonuç aldıktan sonra, ikna yeteneği sayesinde okul yöneticileriyle konuşup hazırlık dönemine kabulünü sağladı. Burada, zenginlerin bulunduğu ortamdaki fakir çocuktu lakin bu kez arkadaş edinmeyi başardı. John Peale Bishop ve Edmund Wilson, Scott’ın gelişimine ve bir yazar olarak yönünü bulmasına katkı sağladı.
Triangle Kulübü adını taşıyan topluluk; müzikal komediler yazar, besteler ve bunları kampüslerde sergilerdi. Fitzgerald, enerjisinin çoğunu burada harcayarak akademik başarısını bir kez daha göz ardı etti. Profösörler, onun tembel ve yavaş olduğunu söylediğinde eleştirileri kabul etmez ve kendisinin bir deha olduğu için derslerini zamanında yapmasının beklenmesinin saçma olduğunu savunurdu.
1917 yılında, tekrara düştüğü birinci sınıftayken yakalandığı sıtma hastalığını bahane ederek okuldan ayrıldı. Scott, o sene Triangle Kulübü’nün başkanı olmayı umuyordu ve bu emelinin gerçekleşmemesi onun yaşamı boyunca içinde bir burukluk olarak kaldı.
Ekim 1917’de orduya katıldı ve hemen New York’taki Brooks Brothers terzisine giderek üniforma siparişi verdi. Oradan, üzülmemesi için annesine bir mektup yazdı ve mektubunda kendisi için tehlikenin hiç sorun olmadığını, aksine çok neşeli olduğunu belirtti. Okul hayatındaki tavrını burada da sürdürdü; cephe gerisindeki eğitimler sırasında yine bir şeyler yazmakla meşguldü, savaşa fiilen katılma şansı da bulamadı.
Montgomery’de konuşlandırılmış olan birlikte bulunduğu süreçte, tanınmış bir ailenin kızı olan Zelda Sayre ile karşılaştı. Liseden yeni mezun olan Zelda, on sekiz yaşına yeni girmişti; çarpıcı güzelliği ve geleneklere uymayan tavırlarıyla dikkat çekiyordu. Fitzgerald, Zelda’yı ilk gördüğünde etrafı genç erkeklerle çevriliydi. Bu durum karşısında Scott’ın rekabet duyguları kabardı ve ödülün Zelda olduğu bu yarışı kazanmayı kafasına koydu. Zelda’ya evlenme teklifi etse de iyi bir geliri olana dek olumlu cevap alamadı. Fitzgerald, Zelda’ya arzuladığı yaşamı sunacak bir konumda değildi zira Zelda başarıyı yakalayamamış bir adamla evlenemezdi. Bunun üzerine Scott kendisini yazma çalışmalarına adadı ve “This Side of Paradise” adlı eserine yoğunlaştı. Eser, Maxwell Perkins tarafından beğenildi ve yayımlanması kabul edildi.
Scott, bu dönemde profesyonel bir yazar olarak gücünün anahtarını buldu. Öykülerinin satmaya başlamasıyla birlikte oldukça iyi kazanç elde etti. “This Side of Paradise” Mart 1920’de yayımlandı, Scott artık başarıyı yakaladığı için Zelda evlenme teklifini kabul etti.
1921 yılında tek çocukları olan Francess Scott doğdu. Evli oldukları ilk üç yıl içerisinde çift, yaşamlarının en çılgın günlerini geçirdiler; zaman ve parayı hesapsızca harcadılar. Scott, beş dolarlık banknotları sigarasını yakmak için kullandı. Zelda ise her şeyi istedi, para harcayacak yer aradı. Scott, “Gatsby” üzerinde çalışırken Zelda başka erkeklerle flört etmeye başladı ve sonunda Edouard Jozan adlı biriyle evlenmek için Scott’tan boşanmayı bile istedi lakin Scott bunu kabul etmedi. Tehlikeli yaşamayı seven Zelda, bunu hayatının her alanına uyguladı. Araba kullanırken, insanlarla olan ilişkilerinde ve evliliğinde hep tehlikeli dönemeçlere girdi. Tüm bunlar onu bunalıma sürükledi, hatta intihar teşebbüsünde bile bulundu. Nihayetinde Zelda’ya şizofreni teşhisi konuldu.
Nisan 1925’te “The Great Gatsby” yayımlandı ve Fitzgerald, Hemingway ile tanıştı. İkili, zıt karakterde olmalarına rağmen iyi anlaştı.
1932 yılına geldiğinde Scott artık yararlı ve kazanç sağlayan öyküler yazamadığını fark etti. Yönünü Hollywood’a çevirse de onların istediği gibi mutlu sonla biten öyküler yazamadı ve mutsuzluğunu gizleyemedi. Bunun ardından yeni bir roman yazmaya girişti. “The Last Tycoon” adını verdiği bu roman, Hollywood’la ilgiliydi.
Kalp sorunları ve diğer hastalıkları onu yavaşlattı, bu son romanını tamamlayamadı. 21 Aralık 1940’ta, geçirdiği yeni bir kalp krizi sonucunda öldü.
Kaynak: rıdvan ergin, F. Scott Fıtzgerald’ın The Great Gatsby ve Thıs Sıde Of Paradıse Adlı Yapıtlarında ‘Amerikan Rüyası’nın Sonu, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Van 2005.