Aldığı eğitimler ve tıp tahsilinin sonucunda tek gayesi devlete hizmet etmek olan Mansur, hükûmet adına çalışmak için İstanbul’a gelir ve gördükleriyle âdeta dehşete düşer. Devlet bünyesinde dönen aksaklıkları, ahlaki yozlaşmayı, düzensizliği, rüşvet yiyen memurları teşhir eder. En çok da memurların yobazlığını kendine dert edinen başkarakter, bu sebeptendir ki tek çare olarak eğitim yolunu önerir. Her ne kadar başlarda davranış ve tavsiyeleri bakımından garipsenmiş ve saygısız olarak sayılmışsa da romanın sonunda haklı çıktığı görülür ve istekleri gerçekleşir. Vatanına olan sevdası, kendinden feragati ve hiç tereddütsüz savaşta yaralananlara yardıma gitmesi, yazarın da tabiriyle, tam bir Osmanlı Türk’ü olduğunu kanıtlar. Romanın ismini oluşturan “Turfanda” kelimesinin anlamı “yeni ortaya çıkan” ve “Turfa” sözcüğü ise “değeri düşük, kaçınılması gereken” anlamlarına gelmektedir. Bu sayede Mizancı Murad yeni ve eski düzeni bize sorgulatmak ister. Mizancı Murad’ın tek romanı Turfanda mı Turfa mı?, Tanzimat’tan beri zayıflayan ve en sonunda yıkılan Osmanlı’nın düşüş nedenlerini gözler önüne serer.
Aldığı eğitimler ve tıp tahsilinin sonucunda tek gayesi devlete hizmet etmek olan Mansur, hükûmet adına çalışmak için İstanbul’a gelir ve gördükleriyle âdeta dehşete düşer. Devlet bünyesinde dönen aksaklıkları, ahlaki yozlaşmayı, düzensizliği, rüşvet yiyen memurları teşhir eder. En çok da memurların yobazlığını kendine dert edinen başkarakter, bu sebeptendir ki tek çare olarak eğitim yolunu önerir. Her ne kadar başlarda davranış ve tavsiyeleri bakımından garipsenmiş ve saygısız olarak sayılmışsa da romanın sonunda haklı çıktığı görülür ve istekleri gerçekleşir. Vatanına olan sevdası, kendinden feragati ve hiç tereddütsüz savaşta yaralananlara yardıma gitmesi, yazarın da tabiriyle, tam bir Osmanlı Türk’ü olduğunu kanıtlar. Romanın ismini oluşturan “Turfanda” kelimesinin anlamı “yeni ortaya çıkan” ve “Turfa” sözcüğü ise “değeri düşük, kaçınılması gereken” anlamlarına gelmektedir. Bu sayede Mizancı Murad yeni ve eski düzeni bize sorgulatmak ister. Mizancı Murad’ın tek romanı Turfanda mı Turfa mı?, Tanzimat’tan beri zayıflayan ve en sonunda yıkılan Osmanlı’nın düşüş nedenlerini gözler önüne serer.
Mizancı Murad, tam adıyla Mehmet Murad Bey, gazeteci, siyaset adamı, tarihçi ve yazardır. Mizancı lakabını çıkardığı gazetenin adından alır. Devletin resmî ideolojisinin Osmanlıcılık, kültürel ideolojisinin ise İslam birliği olması gerektiğini savunan yazar, romanın ana karakteri aracılığıyla bunu anlatır. Dönemin gençlerine tarih bilinci aşılayan, Tanzimat ve II. Meşrutiyet Dönemi’nin en önemli fikir adamıdır. Mizancı lakabını çıkardığı gazetenin adından alır. Devletin resmî ideolojisinin Osmanlıcılık, kültürel ideolojisinin ise İslam birliği olması gerektiğini savunan yazar, romanın ana karakteri aracılığıyla bunu anlatır. Dönemin gençlerine tarih bilinci aşılayan, Tanzimat ve II. Meşrutiyet Dönemi’nin en önemli fikir adamıdır.
Mizancı Mehmed Murad
1854 yılında, Dağıstan'ın Dargu Cumhuriyeti kısmındaki Huraki kasabasında doğdu. Babası, kadılık ve müftülük yapmış olan Hacı Mustafa Efendi idi. Ailesi, nesilden nesile kadılık gibi mühim görevlerde bulunmuş, ilmî açıdan ayrıcalıklı ve savaşçı bir aile idi. Mizancı Mehmed Murad’ın adının kaynağı da babası Hacı Mustafa Efendi'nin, Dağıstan’ın bağımsızlığı için Ruslarla çarpışan Dağıstan’ın özgürlük savaşçısı Hacı Murad’ın birliğinde görev yapmış olan Murad Bey’e duyduğu hayranlıktan gelmekteydi.
Eğitim hayatına yedi yaşında, halasının eşinden Arapça ve Kur'an öğrenerek başladı. Derslerinde çok başarılıydı, bu sebeple hocası ona: “Oğlum, bu gidiş ile seni okutacak bir hocayı Huraki’de bulamayacağız. Sen İstanbul’a gitmelisin.” dedi. Mehmed Murad İstanbul'a gitmek istese de babası Moskova'da eğitim almasını uygun gördü. Bunun üzerine Moskova'ya gitti ve orada kısa sürede büyük ilerleme kaydetti. Başarısıyla hocalarının dikkatini çekti ve altı yıl sürecek eğitim hayatını bir buçuk yılda bitirdi.
1866 yılında İstavropol İdadisine kaydoldu. Başarısı burada da devam etti ve okul kütüphanesinde görevlendirildi. Kendisini kitapların içinde bulan Mehmed Murad, bu fırsatı kaçırmadı ve kitaplarla hemhâl oldu.
Beşinci sınıftayken Haydar Bey ile tanıştı ve aralarında sağlam bir dostluk kuruldu. Mehmed Murad, arkadaşının da isteği üzerine Moskova'da hukuk okumaya karar verdi lakin çok geçmeden Haydar Bey, öğrenim gördüğü tıp fakültesinde incelediği bir cesetten mikrop kaparak vefat etti. Mehmed Murad, bunun üzerine hukuk fakültesine gitmekten vazgeçti. Burada Rusların verdiği burs ile okuması ve okulunu bitirdikten sonra da Ruslara hizmet etmesi gerekecekti. Mehmed Murad ise düşman olarak gördüğü Rusya'ya hizmet etmemek için okulundan vazgeçti.
Küçük yaşlardan itibaren halifeye hizmet etme isteği içindeydi. Arkadaşının ölümü üzerine lise yıllarında yazdığı makaleleri yayımladı ve kazandığı parayla İstanbul'a gitti. Sadrazam Mithat Paşa ile görüştü ve kendisi burada, Rusya basınını takip etmek ve çeviri yapmak ile görevlendirildi. Kısa sürede mühürdarlık görevine yükseldi.
İstanbul, onun için bir süre sonra hayal kırıklığına dönüştü çünkü şehir, tasavvur ettiği gibi bir İslam merkezi değildi. Yöneticiler ve devrin aydınları, bütünüyle Batı hayranıydı. Artık böyle bir ortamda çalışmak istemedi, Mülkiye Mekteplerinde öğretmen olmak için gerekli sınava girdi ve kazandı. Öğretmenlik hayatını öğrencilere faydalı olma çalışmalarıyla sürdürdü.
Vatana hizmet etmek düşüncesiyle “Mizan” adlı bir gazete çıkardı. Avrupa ülkelerindeki bazı faydalı uygulamaların neden Osmanlı’da olmadığına yönelik yazılar yayımladı, bunlar çok beğenildi ve gazete saraya ulaştı. Zaman içerisinde eleştirileri ağırlaştı, eksiklikleri söylemekten çekinmedi ve nihayetinde Mizan gazetesi kapatıldı.
Sultan II. Abdülhamid’e muhalefet olmak amacıyla 19 Kasım 1895 tarihinde Paris'e gitti. Kısa bir Londra ziyaretinin ardından Mısır'a geçti ve Kahire'de Mizan gazetesini çıkarmaya başladı. Aradığı rahat ortamı Mısır'da buldu, üslubundaki şiddeti her sayıda biraz daha artırdı ve Sultan II. Abdülhamid’i hedef alan yazılar yayımladı. Buna karşılık olarak İstanbul'da Mehmed Murad için idam kararı çıkarıldı.
1896 yılında Paris'e döndü ve Jön Türk hareketinin başına getirildi. Sonraki yıllarda İstanbul'da af ilan edileceği temin edildi ve Mehmed Murad yurda döndü lakin hem cemiyetini hayal kırıklığına uğrattı hem de aradığını bulamadı. Yaşamı, tam bir hapis hayatına döndü. Üzerindeki baskıya rağmen yazılar kaleme almaya devam etti.
Meşrutiyet'in ilanından sonra Mizan'ı yeniden çıkarmaya başladığında İttihat ve Terakki hükûmetine karşı halkı kışkırtmaya yönelik yazılar kaleme aldı ve bir hafta gözaltında tutuldu. O yıllarda İttihat ve Terakki yönetimine muhalif olan ve Mehmed Murad’ı savunan yazılar yazan gazeteci Hasan Fehmi öldürüldü, faili ise bulunamadı. Mehmed Murad'ın eleştirileri daha da sertleşti. 31 Mart'ta bir yazı yayımladı. 31 Mart vakasının kargaşası içinde kendi aleyhine sürdürülen kampanyanın kurbanı olarak Rodos Adası'na daha sonra Midilli Adası'na sürgüne gönderildi. 15 Nisan 1917 tarihinde, Anadoluhisarı'ndaki evinde vefat etti.
Yıllar içinde birçok eser kaleme alan Mizancı Murad’ın 1308 yılında yazdığı tek roman olan “Turfan da mı, Turfa mı?” şahsının sosyal ve siyasî meselelere yaklaşımını özetleyen bir eser olarak edebiyat tarihçilerinin dikkatini çekti.
Eserleri:
Târîh-i Umûmî (1880-1882)
Muhtasar Târîh-ı Umûmî (1885)
Muhtasar Târîh-i İslâm (1890)
Devr-ı Hâmidî Âsârı (1891)
Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (1892)
Le Palais de Yıldız et la Sublime Port (1896)
Müdâfaa Niyetine Bir Tecâvüz (1896)
La Force et la Faiblesse de la Turquim (1897)
Hürriyet Vadisinde bir Pençe-i İstibdâd (1908)
Mücâhede-i Milliye (1908)
Tencere Yuvarlandı Kapağını Buldu (1908)
Târîh-ı Ebülfâruk (7c, 1909-1916)
Enkaz-ı İstibdâd içinde Züğürdün Tesellîsi (1911)
Tatlı Emeller Acı Hakikatler (1912)
Taharrî-yı İstikbâl (1913-1914).
Kaynak: Nazime Akdeniz, Mizancı Mehmed Murad’ın Hayatı, Eserleri ve Muhtasar Tarih-İ Umûmî Adlı Eserinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır 2020.