Tiryaki Sözleri

Millî Eğitim Bakanlığınca Türk ve Dünya edebiyatından seçilerek oluşturulan 100 Temel Eser, çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Millî Eğitim Bakanlığının bu çalışmasını, ülkemizdeki okuma oranını arttırmaya ve dilimizin gelişimini sağlamaya yönelik önemli bir çaba olarak görüyoruz.

Tükendi

Millî Eğitim Bakanlığınca Türk ve Dünya edebiyatından seçilerek oluşturulan 100 Temel Eser, çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırılmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Millî Eğitim Bakanlığının bu çalışmasını, ülkemizdeki okuma oranını arttırmaya ve dilimizin gelişimini sağlamaya yönelik önemli bir çaba olarak görüyoruz.    

Aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki duygu ve düşünce zenginliğini kazanmış bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü ve paylaşımcı olacağını düşünüyoruz.

İlköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek okuyan, bilinçli ve gelişmiş bir toplum olma yolunda ilk adımı atmış olacağız. 

Kategori Deneme
100 Temel Eser - İlköğretim
Cilt Türü Karton Kapak
Basım Tarihi: 2015
Basım Yeri: Ankara
Baskı Sayısı 5
Ebat: 13.5X21.5
Dil: Türkçe
Kâğıt Türü: Kitap Kâğıdı
Sayfa Sayısı: 144
Barkod: 9786055994860
ISBN: 978-605-5994-86-0
Cenap Şahabettin

2 Nisan 1871 tarihinde, Manastır’da doğdu. Babası Binbaşı Osman Şahabettin, Plevne’de şehit düştü; bunun üzerine altı yaşındayken annesi İsmet Hanım’la birlikte İstanbul’a gitti. Balat civarında babasından miras kalan bir eve yerleştiler ve Cenap Şahabettin burada Tophane’de bulunan Mekteb-i Feyziyyeye başladı. Kıraati evde, akrabalarından öğrendi ve bir yıllık eğitim sürecinin ardından Eyüp Askerî Rüştiyesine geçti. 1879 yılında okul yıkıldı ve öğrenciler Gülhane Askerî Rüştiyesine aktarıldı. Cenap, 1880 yılında buradan birincilikle mezun oldu ve kura ile Tıbbiye İdadisine girdi. İki yıllık eğitiminin ardından doğrudan beşinci sınıfa alındı ve 1889 yılında Doktor Yüzbaşı olarak birincilikle mezun oldu. Mezuniyetinden dokuz ay sonra cilt ve frengi hastalıkları tedavisinde ihtisas yapması için hükûmet tarafından Paris’e gönderildi, burada üç yıl kaldı. Paris’te bulunduğu süre zarfında Hüseyin Suat’a mektuplar göndererek onu yanına çağırdı. Gönderdiği mektuplardan birinde Paris için şöyle yazdı: “Burası öyle bir memleket ki insan yalnız sokaklarında gezse bir şey tahsil eder, bir şey öğrenir. Hele hastaneleri, klinikleri bahusus hocaları hepsi bizim Mazhar Bey gibi tam manasıyla insan adamlar... Burada talebe hayatının işte yirmi dört saatlik yekûnu: ders çalışmak, eğlenmek

Hüseyin Suat, ilk fırsatta Cenap’ın yanına Paris’e gitti. Cenap, onu istasyonda karşıladı ve Monj Sokağı’nda hazırladığı bir odaya yerleştirdi. Birlikte yaya olarak Paris’in caddelerini, sokaklarını dolaştılar; Eyfel Kulesi’nin tepesine çıktılar. Sonraki günlerde ayrı kliniklerde çalışmaya devam ettiler. Gündüzleri çalışan yazarlar; akşamları mutlaka bir araya geldiler, dolaştılar ve haftada bir kez tiyatroya gittiler.

Bir seferinde, ayın son günü geldiğinde Hüseyin Suat ile Cenap parasız kalırlar. Akşam yemeği için ne yapacaklarını düşünürken Cenap, kestane almayı ve çok çiğnemeden yutmayı teklif eder. Bunun üzerine köşebaşında kestane pişiren bir kadından dokuz adet kestane alıp paylaşırlar. Cenap, Hüseyin Suat’a: “Pek çok çiğneme, bulgur gibi yap da yut, çabuk erimesin.” tavsiyesinde bulunur. Daha sonra yolda Dr. Esat Bey ile karşılaşırlar ve kendisinden beş frank borç isterler. Beş frangı aldıktan sonra hep birlikte bir lokantaya gidip birer çorba içerler ve geriye kalan üç franklık paralarını paylaşarak odalarına dönmek üzere yola koyulurlar. Bu sırada Hristiyan öğrencilerinden birine rastlarlar. Öğrenci de onlar gibi parasız kalmıştır ve borç istemektedir. Cenap ile Hüseyin Suat birer franklarını öğrenciye verirler. Hüseyin Suat’ın, “Bak hayatta ne tuhaflıklar oluyor.” demesi üzerine Cenap gülümser ve: “Fena mı ettik, cami kapısında dilendik, kilise kapısında sadaka verdik.” der.

Cenap’ın, Paris’te bulunduğu yıllarda Garp lisanlarının çoğuna hâkim olan bir hocası vardı. Haftada iki kez hocasından ders alır lakin bu dersler yalnızca Fransızca öğrenmekle sınırlı kalmaz, aynı zamanda Fransızcayı doğru yazma ve Fransızca üslup derslerini de içerirdi.

Alfred de Muse, Fransız şairleri arasında en çok sevdiği isim oldu ve onu Nedim ile bir tuttuğunu belirtti. Burada genç ve yaşlı birçok Fransız şairle iletişime geçme fırsatı buldu. Cenap, tıp bilgisini ilerletsin diye gönderildiği Avrupa’dan, mükemmel bir edip hâline gelerek ve yeni bakış açıları kazanarak İstanbul’a döndü.

İstanbul’a döndükten sonra Müsabaka ve Karantina İdarelerinde doktorluk görevini yerine getirdi. 15 Ağustos 1905-25 Mayıs 1908 tarihleri arasında Cidde Karantinası’nda bulundu. Cenap’ın Cidde’de Karantina Müfettişi olarak görev yaptığı sırada, İskenderiye’den İzmir’e giden vapurlardan birinde bulunan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yazarla ilk kez karşılaşmasını şu şekilde anlattı:

1908 yılı. Mevsim, sanıyorum ki ilkbahardı. İskenderiyeden İzmire gitmek üzere, Hidiviyye vapurlarından birine henüz binmiş ve bavulumu kamarama bıraktıktan sonra güverteye çıkmış, bir aşağı beş yukarı dolaşıyordum. Bu sırada, biraz önce birlikte seyahat ettiğimiz Mısırlı bir hanımla Türkçe konuştuğumu işiten ve o andan itibaren beni gözetleyip duran iki genç deniz subayımız etrafımda birtakım helezonlar çizerek yanıma yaklaşıp benimle tanışmaktan kendilerini alamamıştı. Bu subaylar epeyce zamandan beri Kızıldeniz üslerimizin birinde vazife görmekte imişler ve bana ilk sözleri hâlis Türk şivesiyle konuşulan Türkçeyi ne kadar özlediklerini söylemek olmuştu ve bununla da kalmayarak tam o sırada önümüzden geçen gayet şık bir yolcunun adını kulağıma fısıldamakla yalnız ana dillerine değil, edebiyat dilimize de ilgilerini belirtmekte gecikmemişlerdi. Kulağıma fısıldadıkları ad şu idi: Cenap Şahabettin!

‘Ne? Cenap Şahabettin mi?’

Bütün manasıyla yüreğim ağzıma gelmişti. Edebiyat-ı Cedidenin o en parlak yıldızının () Edebiyat-ı Cedide nazmının en müzikal örneklerini veren büyük şairin, burada, şu Elvaburatul Bostatul Hıdiviyye güvertesinin alacalı, abur cubur insanları arasında, gırtlaktan çıkan birtakım ahenksiz seslerin birbiriyle çatallaştığı bir hava içinde işi neydi?

Bahriyeli yol arkadaşlarıma, Sakın yanılmayasınız! demekten kendimi alamadım. Nasıl yanılabiliriz efendim? Onu kaç defa Cidde’de görmüşüzdür. Biliyorsunuz ki orada, birkaç zamandan beri Karantina Müfettişi olarak bulunuyor.

‘Karantina Müfettişi mi?’ Hayretimi, şüphemi artırmak için bir bu eksikti. Gerçi, Cenap Şahabettin Beyin doktor olduğunu işitmiştim ama bu meslek hayatında Cidde gibi bir cehennem bucağına düşecek kadar gerilerde kalabileceğine ihtimal veremiyordum. O, benim nazarımda, Hac Yolu’nun bu bölgesinde vebalı, koleralı hastalara değil; yalnızca İstanbulun kibar çevrelerinde nevrastenik hanımlarla lenfatik genç kızlara hekimlik edebilirdi.”

Cidde Karantinası’ndaki görevini sonlandırmasının ardından çeşitli müfettişlik görevlerinde bulundu. Meclis-i Sıhhiye İkinci Başkanı olarak görevini ifa ederken Avrupaya, İstanbulda bir sıhhiye konferansı düzenlenmesi amacıyla girişimlerde bulunmak üzere yollandı ve bu görevinde başarılı oldu. 1914 yılında, kendi isteğiyle emekli oldu. Aynı yıl içerisinde Darülfünun Edebiyat Fakültesi Lisan Şubesi Fransızca Tercüme Müderrisliğine tayin edildi, iki ay sonrasında ise Garp Edebiyatı Müderris Vekili oldu. Çeşitli dersler veren Cenap; derslerinde millî duyguları rencide ettiği, Yunanlıları övdüğü iddiasıyla hocalık görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı.

Cenap Şahabettin, yaşamı boyunca üç kez evlendi: İlk eşi Atiye Hanım, ikinci eşi ise baldızı olan Naciye Hanım’dı. İkinci eşinden de ayrılan Cenap, daha sonra Aziz Hanım’la evlendi.

Edebî hayatında kaleme aldığı şiirlerinin yanı sıra nesir yazıları da mevcuttu. Oğlu İsmet Rasim Tümtürk’ün belirttiğine göre nesir yazılarını çok hızlı tamamlar, ertesi gün metinlerini yeniden okuyarak gerekli düzeltmeleri yapardı. Yaz ya da kış fark etmeksizin daima yazardı lakin yazmak için seçtiği zaman dilimi sabah erkenden öğleye kadar olan saatlerdi, yazma işlerinin öğleden sonraya sarktığı nadir görülürdü. Yazarken özellikle giyinmemiş olmayı, pijama ve robdöşambır ile çalışmayı severdi. Çalışırken muhakkak kütüphanesine kapanır, gürültü olması veya birinin gelip kapıyı çalması kendisini kötü etkilerdi. Kelimelerin mana ve inceliklerine çok önem verirdi.

Yazın hayatında olduğu gibi yaşamının genelinde de şuh ve şen bir insandı. Çocuklarına karşı oldukça mülayim ve ilgili bir babaydı.

İki ayrı güzellik yarışmasında jüri üyeliği yaptı. Bunlardan ilki, Cumhuriyet gazetesinin 1931 yılı Türkiye Güzellik Yarışması’ydı. İkinci jüri üyeliğini ise 1932 Türkiye Güzeli Yarışması’nda yaptı. Bu yarışmada aynı zamanda dünya güzeli seçilen ilk Türk kadını olan Keriman Halis birinci oldu.

Yaşamının son günlerine dek yazın hayatına devam etti. 26 Eylül 1932 tarihinde Birinci Dil Kurultayı’na dinleyici olarak katıldı. Üzerinde çalıştığı Türkçe sözlüğü bitiremeden 13 Şubat 1934 tarihinde byin kanaması nedeniyle vefat etti.

Eserleri

Tiyatro

Yalan

Körebe (1917)

Küçükbeyler

Merdud Aile

Gezi yazısı

Hac Yolunda (1909)

Afak-ı Irak (1917)

Avrupa Mektupları (1919)

Suriye Mektupları (1917)

Düzyazı

Evrak-ı Eyyam (1915)

Nesr-i Harp (1918)

Nesr-i Sulh (1918)

İnceleme

William Shakespeare (1932)

Kadı Burhanettin

Kaynak: Seda Özbek, Nesir Yazarı Olarak Cenap Şahabettin, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2016.

Kullanıcı Yorumları

Henüz hiç yorum yapılmadı.

Yorum Yap

Yorum yapmak için kullanıcı hesabınızla giriş yapmalısınız!

Giriş yapmak için lütfen tıklayınız.