Mahmut Yesari
5 Mayıs 1895’te İstanbul Emirgan’da dünyaya geldi. Babası Mehmet Fahrettin Bey, annesi Memduha Hanım’dır.
Mahmut Yesari, ilköğrenimini Burhan-ı Terakki Mektebinde tamamladıktan sonra rüştiyeye başladı. Resim ve yazıya büyük ilgi duydu. Şevket Toker, onun ‘‘el yazısının güzelliğini, resim ve karikatür yeteneğini, sanatçı yönlerini ‘soyaçekim’ yolu ile ünlü birer hattat olan atalarından aldığını” belirtti. Babasının hazinesinden faydalandı. On üç yaşındayken ilk karikatürünü dönemin gazetelerinden olan Gıdık’a gönderdi. Karikatürde yer alan kişi Maarif Nazırı Emrullah Efendi idi. Sonrasında karikatür, Gıdık’ın Kânunuevvel 1326’da yayımlanan 16 numaralı nüshasının ilk sayfasında yayımlandı. Yesari böylece yazın dünyasına ilk adımını attı. Gedikpaşa’da bulunan Mekteb-i Tefeyyüz’ün rüştiye kısmının son sınıfındayken Tefeyyüz adında bir mecmua çıkardı. Mecmuanın yazı, tasarım, basım gibi işlerini kendisi yaptı. Tefeyyüz’ü mektepteki öğrencilere bir kuruşa sattı. Bu, dönem gazetelerinin fiyatları göz önüne alındığında oldukça düşük bir ücretti. Buna rağmen mecmuayı çıkarmaya devam etti. Tefeyyüz, mektep idadisinin son sınıfının çıkardığı gazeteden daha fazla sattı. Ancak mecmua, bir süre sonra eski ilgiyi görmedi. Tefeyyüz, şöhret ya da para açısından tatmin edici bir uğraş olmamasına rağmen sonraki yıllarda aktif bir şekilde rol alacağı yazın hayatı için iyi bir tecrübe oldu. Mahmut Yesari, rüştiye bitimiyle birlikte tahsiline İstanbul Sultanisinde devam etti. Sonrasında Sanayi-i Nefise’ye girdi. Buradaki eğitimine başladıktan kısa bir süre sonra -1. Dünya Savaşı devam ederken- eğitimine ara verip gönüllü olarak ihtiyat zabiti görevi ile Çanakkale Cephesi’ne gönderildi. Burada geçirdiği zaman ona çok şey kattı. Bu süreçte gözlemler yaptı, yazmayı terk etmedi.
Yesari bir müddet sonra Anafartalar’a sevk edildi. Burada, o zaman Anafartalar Grup Kumandanı olan Miralay Mustafa Kemal’i gördü.
Mahmut Yesari, Çanakkale Savaşı devam ederken hava değişimi ile İstanbul’a gönderildi. Burada bir süre Kadıköy 12. Depo Alayı’nda görevlendirildi. Sevkiyatın olduğu günler yoğun geçerken görevi olmadığı vakitleri ise okuyarak geçirdi. Arkadaşı mühendis Saffet Suat Yalçın ile birlikte hareket ettikleri o günlerde ‘‘piyes yazmak sevdasına’’ düştü. Paul Bourget’nin küçük bir hikâyesini okuduktan sonra aldığı ilhamla birlikte Kefaret adlı tiyatro eserini kaleme aldı. Eseri yazdıktan sonra Saffet Suat Yalçın’a gösterdi. Ardından eseri Dârülbedâyi-i Osmanî heyet-i edebiyye azası üyelerinden ve Saffet Suat Yalçın’ın babası olan Şair Hüseyin Suat Bey’e teslim etti. Günler sonrasında Yesari, Kefaret ile ilgili görüşme yapılmak üzere Dârülbedâyi’ye çağırıldı.
Heyet eseri beğendi ancak son perdesinin son sahnesinin tekrar düzenlenmesi gerektiğini de belirtti. Yesari, Hüseyin Suat Bey ile görüşmesinde eserde bir değişiklik yapmamak için diretti. Hüseyin Suat Bey, ilgili düzeltmeyi yapmak için Yesari’ye İbnürrefik Ahmet Nuri’yi önerse de Yesari bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Kefaret, Yesari’nin kaleme aldığı ilk tiyatro eseri olarak kayıplara karıştı. Bu tecrübenin sonucunda Yesari tiyatroya gireceği ile ilgili kendisine bir söz verir ve bununla ilgili çalışmalar yapmaya başladı. Ancak bu dönemde yazdıklarının çoğunu yırtıp attı.
Bu dönemde Yesari, hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen ‘‘başmuharrir” de oldu. “Nasıl Başmuharrir Oldum” isimli yazısında bu durumu şu şekilde özetledi: ‘‘Matbuat çeşmesinden bir katre su içmeden, matbuat kapısından bir lokma ekmek yemeden başmuharrir olmak, zannediyorum ki bir talih cilvesidir.” Yesari’nin ‘‘çocukluk arkadaşım’’ dediği Saffet, Hüseyin Cahit Yalçın’ın ağabeyi olan Dr. Hüseyin Suat’ın oğlu idi. Saffet’in eniştesi olan Ebülcihat Ali Rıza, Yesari’ye bir gazete çıkaracağının haberini vererek iş teklifinde bulundu. Henüz terhis olmamış Yesari, işsizliğini de hesaba katarak kabul etti. Yazıhanede yapılan toplantıda gazetenin patronu konumunda olan Muhsin Sabahattin, her şeyin hazır olduğunu heyecanlı bir şekilde anlattı. Ertesi gün Yesari ve Saffet, çalışmak için kolları sıvarlar fakat ortada hazır olan herhangi bir şey yoktu. Başmuharrir, muharrirler, patron, matbaa elemanları görünürde değillerdi. Bunun üzerine verilen emirle ikili yazmaya başladı. Yesari başmakale yazdı, Saffet tercümeler yaptı. Bu gidişat ile birlikte Nizam gazetesinin ayakta kalışı yedi gün sürdü. Gazetenin bir haftalık matbaa ücreti verilmediği için basım ve dağıtım işleri sonlandırıldı.
Yesari ilk olarak telif bir eserle tiyatroya girmek istese de bu mümkün olmadı. İlk olarak Andre Mycho’nun Le Petit Babouin adlı bir perdelik komedisini Fidan Zehra adı ile adapte etti. 1919 yılında kaleme aldığı bu eser, Nedim mecmuasında üç hafta boyunca neşredildi. Sonrasında ise kitap halinde basılarak okuyuculara dağıtıldı. Bu, onun adını taşıyan, basılmış ilk eseri idi. Ancak eser, o dönemin yeni şöhretlerinden Faruk Nafiz tarafından fecaat olarak nitelendirdi.
Bundan iki yıl sonra Emile Fabre’ın La Maison Sous L’orange eserini ilk olarak Tufan adıyla adapte etti ve eseri Dârülbedâyi’ye sundu. Heyet üyelerinden olan Savni Rıza Bey, eserin adını Harap Yurt olarak değiştirdi ve bu değişiklik Yesari tarafından da memnuniyetle kabul gördü. Harap Yurt Muhsin Ertuğrul öncülüğünde sahnelendi, büyük bir beğeni topladı. Bu tiyatro eserinde imza olarak Memduh Suat adını kullandı. Harap Yurt adaptesinden sonra Yesari, ilk telif eseri olan Yarasalar’ı kaleme aldı. Üç perdelik eser, 1921 Ramazan’ında oynandı. Bu eser de büyük bir sükse yaratınca Yesari ismi yazın dünyasında duyuldu. Akşam gazetesinde tiyatro tenkitleri yazmaya başladı.
1923 yılına gelindiğinde Yesari, Reşat Nuri’nin teklifiyle bir mecmua çıkardı. Kelebek adını verdikleri bu mizah mecmuası, 12 Nisan 1923’ten 25 Eylül 1924’e kadar her hafta perşembe günleri yayımlandı. Toplamda 77 sayı boyunca yayımlanmış olan mecmuanın kurucuları arasında Yesari ve Reşat Nuri’den başka, İbnürrefik Ahmet Nuri ve Ressam Ahmet Münif gibi isimler de vardı.
Dergi yöneticisi yazarlar, ressam ihtiyacını Ahmet Münif’le, yazar ihtiyacını da İbnürrefik Ahmet Nuri ile giderdikten sonra Devlet Matbaası’nda çalışmaya koyuldular. İlk nüsha böylece çıktı ancak güçlük burada bitmedi. Yapılan satışlar, üretimdeki masrafa denk gelmemekteydi. Ancak buna rağmen yazmaya devam ettiler. Yesari’nin ümitsizliğini, Reşat Nuri’nin tecrübesi yatıştırdı. Sonrasında ise Kelebek, dönemin en önemli mizah dergilerinden biri hâline geldi.
Mahmut Yesari, bu yıllarda Bir Namus Meselesi ile birlikte roman türünde de yazmaya başladı. Eser, Kelebek mecmuasında tefrika edildi. Bu tecrübesi ile ilgili detayları Bir Namus Meselesi adlı yazısında anlattı. Ayrıca Mahmut Yesari söz konusu hatırasında, aldığı bir mektuba da değindi. Mektup İstanbul’da bulunan bir tüccara aitti. Mektuba göre romanda anlatılan olaylar gerçekti ve yer alan karakter de bu tüccardı. Tüccar, ‘‘namus-ı ticarim var iki paralık olacağım’’ diyerek Yesari’ye serzenişte bulundu. Ancak Yesari, bahsi geçen tüccarla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Yaşanan bu olay üzerine Yesari, eserin çıkan ilk nüshasına bir açıklama ekleyerek, bahsi geçen olaylar ve kişilerin hayal ürünü olduğunu belirtti. Artık Yesari roman ve hikâye türlerinde de eserler vermeye başladı. Bu eserler dönemin ünlü gazete ve mecmualarından olan Yedigün, İkdam, Resimli Ay, Cumhuriyet, Kelebek gibi yerlerde tefrika edildi ve yer aldı.
Mahmut Yesari, terhis olduğu andan itibaren yazmaya devam etti. Yazı dışında başka bir gelir kaynağı yoktu. Hayatını kalemiyle kazandı ve ‘‘mecbur kalmadıkça” da yazmadı. Naci Sadullah’a göre, Mahmut Yesari’nin yazı defteri, âdeta bir çek defteri gibi idi. Yesari yazı defterini, sırası geldikçe dolan bir çek defteri gibi kullanırdı. Yesari, yüzlerce eser kaleme aldı ancak bu eserlerden oldukça az kazanç elde etti. ‘‘Acılardan gayri bir şey vermemesine, çok az, ölü fiyatlarla yapıtlarını yayıncılara kaptırmasına, sık sık parasız kalmasına rağmen’’ yaşamı boyunca yazdı.
Yüzlerce eser kaleme almasına karşın yaşamının büyük bir bölümünü ekonomik darlık içinde geçirdiğinin Yesari de farkında idi. Bu tutarsızlığa bir tür ‘‘sömürü’’ gözüyle baktı. Parasız kalmak, onun için Babıali kaldırımına düşmekti. Buradaki gazete, dergi ve kitapçılar, yazarlara hiçbir zaman hak ettikleri ücreti vermemişlerdi. Bundan dolayı hayatını yazılarıyla kazanan yazarlarımız da oldukça azdı. Memurluklarının ya da gelir getirebilecek herhangi bir işlerinin yanı sıra yazarlık yapan yazarlar, diğerleri kadar üretici yazar değillerdi. Kimi yazar, var olmak için yazmış; kimi yazar da yazmak için var olmuştu. Yesari, yazarak var olmaya çalışan, ‘‘Babıali kaldırımının ikiyüzlülüğünü’’ bilen ve maddi darlık karşısında ‘‘ayakta kalmaya uğraşan’’ yazarlardan biri idi. Bunun yanında oldukça cömert ve tokgözlü bir insandı. O, yazı işlerinde aldatılmayı sever; alacaklarının peşinden koşmazdı.
Bir dönem ‘‘gazeteciliğe küsen’’ Yesari, 111 günlüğüne memuriyet yaşamına atıldı. Bu günlerle ilgili anılarını, Memurluğumun Hatıraları başlıklı yazılarında kaleme aldı. Yeni şirket kuran bir arkadaşının teklifi ile işine başladı. Bu sırada gözlemler yapmayı da ihmal etmedi. Memuriyetin kendine has birtakım kelimelerinin, ritüellerinin, çalışma şekillerinin olduğunu belirtti. ‘‘Zapt u rapt, mâfevk mâdun, âmir memur’’ gibi kavramların memurluktaki önemine vurgu yaptı.
Yesari’ye göre memuriyette işini doğru ve hızlı yapmak, göze girmek için yeterli değildi. İşi yapmasa bile ‘‘yapıyor görünmek’’ lazımdı. Kalemler arasında dolaşan biri göze batarken, bir deste kâğıdı kucaklamış bir vaziyette dolaşan biri ‘‘vazifesine mukdim’’ olarak nitelendirilirdi. Memuriyetteki bu tecrübe, ona Tavsiyenâme adlı tiyatro eserini yazması için de ilham teşkil etti.
Mahmut Yesari, sonu ayrılıkla biten toplamda üç evlilik yaptı. İlk evliliğinde oğlu Afif Yesari dünyaya geldi. O henüz yedi aylıkken Yesari ilk evliliğini sonlandırdı.
Oğlunun, arkadaşlarının ve üçüncü evliliğini yaptığı Cahit Uçuk’un da belirtmiş olduğu üzere Yesari, çok alkol kullanıyordu. Ancak yazdıklarını her zaman ‘‘ayık kafayla ve büyük bir titizlikle’’ yazardı.
Bohem tarzda yaşasa da yazma disiplininden hayatında, yazı yazmaması, yazıyı vaktinde vermemesi için bir tek fors majör, “Ölümdür.” derdi.
İkinci evliliği ile ilgili bilgi sahibi olamadığımız Yesari, üçüncü ve son evliliğini o dönemin hikâye ve roman yazarlarından Cahit Uçuk ile gerçekleştirdi. Bu evliliğin gerçekleştiği 1935 yılında Yesari, Cahit Uçuk’tan yirmi yaş büyüktü. Yine Cahit Uçuk’un ifadesine göre evlilik teklifi kendisinden geldi. Bu sırada ‘‘Kara Kedi’’ adında bir mizah dergisi çıkarma hayalleri kurdular. Cahit Uçuk bu konuda pek hevesli olsa da Yesari, o dönem yokluklar içerisinde mecmua çıkarmanın zorluğunu biliyordu.
Bu evlilik her ikisinin de memnun olduğu arkadaşça bir evlilik idi. Yesari ‘‘artık eski, sahipsiz Yesari’’ değildi. Giyimine, kuşamına, sofrasına baktıkça yaşama sevincini geri kazanmış bir görüntü çizdi.
Cahit Uçuk’un ‘‘minnettar’’ kelimesini kullanışı bilinçli idi. Ona göre Yesari, annesinin ikinci çocuğu olarak, hiç sevgi görmemişti. Yesari’nin içindeki bu boşluğu Cahit Uçuk tamamlamış, bunun karşılığında da Yesari, ‘‘minnettar’’ olmuştu. Yaşadığı bohem hayat artık yerini artık ‘‘muntazam bir adama’’ bırakmıştı. Belirli bir mekânının oluşu karşısında Yesari, mutlu idi.
Muntazam bir tarzda yaşıyor olsa da Yesari evliliğinin ikinci yılında, bohem hayatının yorgunluğunu hissetti. Bu durum kısa sürede sağlığına yansıdı. Cahit Uçuk’un aile dostu olan Doktor Fazıl Şerafettin Bey, ciğer rahatsızlığı geçirmekte olduğu tanısını koydu ve Yesari’yi Yakacık Sanatoryumu’na sevk etti. Durumdan haberdar olan Cahit Uçuk’un ailesi, kızlarının Yesari ile yaşamasına razı değildi. Ancak Cahit Uçuk, Yesari’yi o hâlde bırakmak istemedi. Bu sırada Beyoğlu’ndaki evden Mühürdar çevresine taşındılar. İki kişinin sırtlandığı geçim yükünü artık Cahit Uçuk, tek başına sırtlanmak durumunda kalmıştı. Haftada üç gün ‘‘elleri yiyecekler, kitaplar, Fransızca gazetelerle dolu’’ bir vaziyette Yesari’yi ziyarete geldi. Gündüz çalışırken, gece yarısına kadar da roman yazımıyla uğraştı. Bir ayda Zümrüt Yüzük adında bir polisiye roman yazdı, Yesari’ye verdi. Yesari kendi üslubuna çevirdikten sonra romanı basıma gönderdi. Roman ilgiyle karşılandıktan sonra Cahit Uçuk, Yıkık Çardak adlı ikinci romanı yazdı. Yesari tekrar elden geçirdi ve eser, Yesari imzasıyla basıldı. Yesari ayrıca burada geçirdiği günlere dair gözlem ve tahlillerini Yakacık Mektupları adıyla kaleme aldı.
Zaman geçtikçe Yesari iyileşmeye başladı. Ancak tam anlamıyla bir iyileşme mümkün değildi. Başhekim İhsan Rıfat Bey, bu süreçte Yesari ile yakından ilgiliydi. Yesari’nin sekiz aylık tedavi süresi boyunca ‘‘Başhekim İhsan Rıfat Bey’in yüksek şefkati ve insanlığı’’ oldukça önemliydi. Sanatoryumdan çıkan Yesari, Cahit Uçuk ile yaşadığı eve döndü. Vücutça kendisini toparlamış olsa da iyileşme, tam anlamıyla mümkün olmadı. Döndüğünde bohem yaşamının ritüellerini tekrar etmeye başladı. Sanatoryuma diye evden çıktığı bir günün sonrasında on beş gün boyunca dönmedi. Eşi Cahit Uçuk birkaç gazete ve Gazeteciler Cemiyeti’ne Yesari’nin sanatoryumdan kaçtığını, gece eve dönmediğinin haberini verdi. Araştırma sonucunda Yesari’ye ulaşılamadı. On beşinci günün sonunda eve döndüğünde ise sağlığı eskisinden daha kötü bir vaziyetteydi. Cahit Uçuk, onun bohem hayatından kopmadan yaşayacağına emin oldu; ailesinin ve dostlarının da uzun zamandır devam eden ısrarları üzerine Yesari’den ayrılma kararı aldı. Yesari bu karara itiraz etmedi, boşanmayı kabul etti.
O, hür bir adamdı. Yazdıklarıyla, yaşamıyla belirli bir yere, şeye ya da kişiye bağlı kalmadan, dilediği gibi yaşayıp, dilediği gibi yazma huyundan vazgeçmedi. 1920’li yıllarda meraktan mason locasına katıldı. Nasıl Mason Oldum başlıklı yazısında, mason locasının işleyiş, mekân ve kişilerine dair gözlemlerine yer verdi. Mason locasına katılımını gizleme gereği duymadı. ‘‘Bu cemiyetin gayesi insanlara, insaniyete hizmettir. Gayesi bu kadar temiz olan bir şeyi gizlemeye ne lüzum var?’’ diyen Yesari, buradaki kabul merasimine, mekânın dizayn ve motiflerinin yanı sıra çeşitli ritüellerine de değindi.
Sağlığı el verdiği müddetçe yazan ve yaşamını yazarak kazanmış olan Yesari’nin hayatının son dönemlerinde hep hastaneler vardı. İlk sanatoryum tecrübesinden bu yana bohem tarzda yaşamaya devam etti. Bu durum da onun giderek sağlığını kaybetmesine neden oldu. Bir süre sonra ayakta kalamadı ve hastaneye başvurdu. Son sanatoryum günleri de böylece başladı. Bu sırada oğlu Afif Yesari ve birkaç dostunun dışında onu ziyarete giden kimse yoktu. Yesari, oğlundan ‘‘defter, kalem, cetvel ve makas” istedi. Son anlarına dek yazı işleriyle uğraştı. Geçen zamanın ardından durumu daha da ağırlaşan Yesari, kaldırıldığı Yakacık Sanatoryumu’nda 16 Ağustos 1945 tarihinde vefat etti. Ertesi gün ölüm haberi ile gazete ve mecmualarda kendisine yer bulan Yesari, yaşamı boyunca eleştirdiği vefasızlığa bu kez kendisi uğradı. Onunla birlikte ‘‘kadehdaşlık edenler, sofrasında bulunanlar, evinde yatıp kalkanlar” bile cenazeye gitmemişlerdi. Yesari’nin cenazesi Kadıköy’de Osman Ağa Camii’nden kaldırılarak Çamlıca Çataldağ’da bulunan aile mezarlığına defnedildi.
Ölümünün ardından Hikmet Feridun, Nahit Sırrı Örik, Murat Sertoğlu, Neriman Hikmet gibi isimler, Yesari ile ilgili kıymetli noktalara değinmişlerdi. Oğlu Afif Yesari de babasının kıymetinin bilinmemesi konusunda üzgündü. Bu hususta sitem ederek şu ifadelerde bulundu:
‘‘Ve ne yazık ki Türk edebiyatına bunca ölümsüz, güçlü yapıtlar veren, Türk edebiyatında kendine özgü bir yeri olan, yapıtları yabancı dillere de çevrilen Mahmut Yesari’nin, ölümünden sonra birkaç yıl, basında, üstünkörü, âdet yerini bulsun kabilinden sözü edilmiş, sonra âdeta unutulmuş, ne basın, ne de TRT, TV, bunca yıl ne doğum ne de ölüm yıldönümlerinden, Mahmut Yesari’den söz etmiştir. 5 Mayıs 1895’le 16 Ağustos 1945 arasına sıkışan, güçlü yapıtlarla dopdolu, kısacık, gerçek bir yaşam öyküsünün özetidir bu. Babamı, 16 Ağustos 1945’te yitirdim. Romancı Mahmut Yesari, hâlâ yaşıyor.’’
ESERLERİ
ROMANLARI
Bir Namus Meselesi
Çoban Yıldızı
Çulluk
Pervin Abla
Ak Saçlı Genç Kız
Bağrı Yanık Ömer
Kırlangıçlar
Bahçemde Bir Gül Açtı
Su Sinekleri
Kalbimin Suçu
Şeytan Tüyü
Ölünün Gözler
Tipi Dindi
Taş Bebek
Sevda İhtikârı
Aşk Yarışı
Gölgede Kahraman
Kanlı Sır
Yıkık Çardak
Leyleğin Attığı Yavru
Yakut Yüzük
Dağ Rüzgârları
Yaşamağa Mahkûm
Sevda Geceleri
Bir Aşk Uçurumu
Sağanak Altında
Topuzun Kısmeti
Gece Yürüyüşü
HİKÂYE
Geceleyin Sokaklar
TİYATRO
Aman Hayret Biraz Gayret
Bay-Bayan
Bir Hayal Kırıklığı
Çılgın Kaynana
Deli mi?
Erkek Güzeli
Fener Nöbeti
Hadi Gene İyisin
Hanife Teyze Hizmetçi
Harap Yurt
Hasbahçe
İbret
Kaderden Kadere
Kadınlar Saltanatı
Kâhya Kadın
Kaplıca Oteli
Karga ile Tilki
Karım ve Metresim
Karmakarışık
Kart Horoz
Kayıp Yüzünden Kazanç
Kazma Kuyuyu
Mebus mu Zam mı?
Müthiş Bir Hastalık
Pencereden Pencereye
Sakallı Gelin
Sancak-ı Şerif
Serseri
Soyulan Hırsız
Sönen Ocak
Sürtük
Sütten Ağzım Yandı
Tavsiye Mektupları
Telli Turna
Uçurum (Yıkılan Yuva)
Vefakâr Öğretmen
Yalı Uşağı
Yarasalar
Yekta Efendi Ailesi
Kaynak:
Elif Öksüz, Mahmut Yesari’nin Romanlarında Yapı ve İzlek, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Elif Öksüz, Trabzon 2010.
Oğuzhan Ay, Mahmut Yesari’nin Tiyatro Eserleri Üzerine Tematik Bir İnceleme, Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Bursa 2021.