Sanata eğilimimiz aslında çocuklukta başlar. Tatlı ninni ezgilerinin ardından masal dünyasına çeviririz gözlerimizi. Alabildiğine dal budak salan hayallerimiz bu dünyanın renkli ve gizemli sonsuzluğu içinde doyum kazanır. Bu dünyanın olağanüstü esintileriyle kendi dünyamızı gönlümüzce yeniden yaratır, gerçeğin dar sınırlarını alabildiğine genişletiriz. Gönlümüzce Kafdağı’nın sultanı, gönlümüzce periler ülkesinin devi oluruz. Bazen de gönül yuvasında kendince şarkılar söyleyen minik bir serçe... Büyüyüp bakışlarımızı yedi kat gökyüzünden yeryüzüne çevirince gittikçe gelişmeye başlayan “gerçekçilik” duygusu bizi olağanüstü merakından yavaş yavaş uzaklaştırır, engin hayallerimize bir sınır koyar. Masal merakı yerini hikâyeye bırakır. Hikâye, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olur. Söyleşilerimiz bile birbirini izleyen küçük, kimi kez acı, kimi kez tatlı hikâyeciklerden oluşmaz mı?
Bence “hikâye”, hayatımızın kenar süsü, edebiyat dünyasının da altın anahtarıdır. Hikâyeyi seçmem, sanatımda hikâyeye ağırlık vermem bu yüzdendir. Benim “hikâye”yi bırakamadığım gibi “hikâye” de beni bırakmıyor.
Kitabımı, gönüllerinde “Bir Sepet Kiraz” gibi nice dilekler taşıyan sevgili okuyucularıma armağan ediyorum. Takdir onlarındır...